Hukukta Avukatın Rolü ve Avukat Olmadan Dava Yürütmek
Ülkemizde yaygın yanlış bir uygulama insanımızın yaşadığı davaları/ihtilafları bir avukat olmadan, kendi başına yürümeye çalışmasıdır. Uygulamadaki şahsi tecrübelerimden insanımızın kendi davasını/ihtilafını takip etme konusunda garip denebilecek boyutta hevesli olduğunu gözlemliyorum; bu tavırlara sık sık şahit oluyorum.
Vatandaşlarımızın davalarını/ihtilaflarını kendilerinin takip etmelerindeki bu heveslerini, avukat tutmaktan, davalarını/ihtilaflarını bir avukat vasıtasıyla takip ettirmekten niçin bu kadar kaçındıkları hakkında uzun yıllardır düşünüp sorgulayan bir hukukçuyum. Uzun yıllardır sorguladığım, gözlemlediğim bu konuda aklıma bazı muhtemel sebepler geliyor elbette. Aklıma gelen bazı ihtimalleri aşağıda sizlerle de paylaşacağım. Ancak kanaatim şudur ki aşağıda sıralayacağım, sorgulayacağım ihtimallerden hiçbiri insanımızın bu yanlış davranışının bu kadar yüksek oranda olmasını tam olarak izah etmiyor! Bu sebeple siz ziyaretçilerimizin de bu konudaki fikir ve katkılarını rica ediyorum.
Okuyucuların yapacağı katkılar ile belki yıllardır çözmeye, anlamaya çalıştığım bu ilginç durumun sebebini de öğrenmiş ve bir merak duygusunun tatmininin çok ötesinde, sosyal bir gerçekliği gün ışığına çıkarmayı, insanımızı daha iyi anlama yolunda bir katkı yapabilmeyi umuyorum.
İnsanımız, davasını/ihtilafını kendisi takip etmeye niçin bu kadar hevesli? Niçin davasının takibini bir avukata yaptırmayıp, kendisi yürütmeye çalışıyor? Akla ilk gelen ihtimaller “Acaba halkımızın ekonomik olarak güçsüz olması mıdır?”
“Acaba halkımız avukatlık ücretini ödeyemediği için mi bundan imtina ediyor (kaçınıyor), davasını mecburen mi kendisi takip etmek zorunda kalıyor?”
Ben davasını kendisinin takip etme hevesinin şahsın ekonomik durumuyla ilgili bir durum olmadığı kanaatindeyim. Zira bu davranışın sebebi ekonomik durum, gelir seviyesinin düşüklüğü olsaydı, sadece gelir seviyesi düşük olan kesimdeki insanlarda gözlemlenmesi gerekirdi. Halbuki sadece gelir seviyesi düşük olan kesimlerde değil, varlıklı ve yüksek gelire sahip olan insanlarda da aynı eğilimi gözlemliyoruz. Bu noktada şunu da göz önünde bulundurmak lazım ki, Baro’lar ihtilaflarını takip ettirecek mali gücü olmayan vatandaşlara belli şartlar dahilinde Adli Müzaheret (Adli Yardım) hizmeti de vermekteler.
Akla gelen bir başka ihtimal, ihtilaf yaşayan vatandaşlarımızın avukat tutmayarak, davalarını kendileri takip ederek, ödeyecekleri avukatlık ücretini tasarruf etmek istedikleri. Evet, meslek sürecindeki bir çok gözlemimden sonra kanaatim o ki, davası sürecinde bir avukattan yardım almadan, davayı kendisinin yürütmeye çalışmasının ardındaki sebep, avukata ödenecek ücretten tasarruf etme hevesidir! Bu, yıllardır anlamaya çalıştığım, fakat anlamadığım, anlayamayacağım kadar ilginç, garip ve kanaatimce anlaşılamaz bir tutumdur.
İnsanımızın avukata ücret ödeme konusunda büyük bir illüzyon ve algı yanlışı yaşadığını düşünüyorum. İnsanımızın bu davranış tarzının, olsa olsa bir algı yanılması ile izah edilebileceğini düşünüyorum. Olayı küçük-büyük rakamlı, değişik örneklerle açıklamaya çalışayım:
* Ülkemizde yumurta maliyetinden kurtulmak, yumurtaya para vermemek için, “Kendi yumurtamı kendim yetiştiririm; atarım balkona iki tavuk, balkonda bu tavukları beslerim, böylece yumurtaya para vermemiş olurum; yumurtaya vereceğim para cebimde kalmış olur..!” diye düşünen ve yumurtaları bedavaya getirme çabasıyla balkonda tavuk besleyen var mıdır acaba? Bilmiyorum! En azından benim bildiğim yok!
* “Ben maydanoza niye para vereyim ki? Saksıda kendi maydanozumu kendim yetiştiririm!..” diye düşünen, evindeki saksılarda maydanoz yetiştirmeye çalışan var mıdır acaba? Bilmiyorum! En azından benim bildiğim yok!
* Gömlek veya pantolona ihtiyacı olduğunda, “Amaaan canım, ne lüzum var gömleğe/pantolona para vermeye! Alırım kumaşı-düğmeleri, oturur kendim dikerim gömleğimi/pantolonumu!..” diye düşünen, ve çarşıdan kumaş-düğme-vs alıp, kendi gömleğini-pantolonunu dikmeye çalışan var mıdır? Bilmiyorum! En azından benim bildiğim yok!
* Her gün ekmeğe ihtiyacı olduğu halde, “Canım, fırıncıya niye para vereyim? Alırım unu-mayayı, kendi ekmeğimi kendim yaparım! fırıncıya vereceğim para da cebimde kalır!..” diye düşünen, çarşıdan un-maya alıp, kendi ekmeğini kendisi yapan, var mıdır? Bilmiyorum! En azından benim bildiğim yok!
Ve düşünüyorum, sorguluyorum : “Nasıl oluyor da insanlar dava yürütmenin, tavuk yetiştirip yumurta elde etmekten, saksıda maydanoz yetiştirmekten, gömlek/pantolon dikmekten, ekmek yapmaktan daha kolay olduğunu düşünebiliyor?”
“Yapılacak yanlış bir işlemin bedelinin çok küçük olacağı tavuk besleme, maydanoz yetiştirme, gömlek/pantolon dikme, ekmek yapma ve sair uğraşlara girmeyen insanlarımız, nasıl oluyor da yapılacak bir yanlışın çoğu zaman maalesef hak kaybına sebep olduğu hukuki işlemleri yürütmeye bu kadar hevesli oluyorlar?” Yıllardır sorgulamama rağmen bu soruların cevabını bulabilmiş değilim.
Evet, örneklediğimiz bu masraflar küçük maliyetler. “E canım, bunların maliyetleri küçük, bu yüzden bunların getirdiği küçük maliyetler için uğraşmaya değmez. Onun için insanlar bunlarla uğraşmıyorlar. Oysa hukuk hizmeti öyle değil ki! Hukuk pahalı bir hizmet! ve avukatlık ücretleri de çok yüksek! Onun için insanlar kendi davalarını kendileri yürütmeye çabalamaya başlıyorlar, … ” diye mi düşünülüyor acaba?
Biraz da büyük maliyetli hizmetlerden örnekler düşünelim:
* 10 katlı bir apartman inşa ettirecek birinin, mimara para vermemek, mimara veya inşaat mühendisine vereceği parayı tasarruf etmek için, eline kağıt-kalem-cetvel alıp, apartmanın mimari projesini çizmesi veya binanın statik hesaplarını yapması mantıklı ve doğru olur mu?
* “Dava takibi” ile “tıbbi tedavi” halleri arasında büyük benzerlik vardır. Ağır bir hastalığa yakalanmış bir kişinin doktor ücretini tasarruf etmek için “Nasılsa eczanede ilaçlar var, ben ilaçları alır, kendi tedavimi kendim yaparım!” diye düşünmesi ne kadar yanlış ve ne kadar tehlikelidir. Evet; ilaçlar doktorun yanında değil, eczanelerdedir! Ve hasta, doktora ilaç almak için değil, şifa bulmak için hangi ilacı alacağını sormak için gider. Dolayısıyla, eczanede ilaçlar var, doktora gitmeye ne lüzum var, ilaçları eczaneden alır, kendi tedavimi kendim yaparım; böylece doktora vereceğim para da cebimde kalır diye düşünmek ne kadar yanlış, ne kadar mantıksız ve sağlığımız için ne kadar tehlikeli ise, Adliyelerde/Mahkemelerde kendi davamı kendim takip etmem yasak olmadığına (serbest olduğuna) göre, avukat tutmaya ne lüzum var, davam için gereken dilekçeleri kendim yazar veya bir arzuhalcide yazdırır, davamı da kendim takip ederim, böylece avukata vereceğim para da cebimde kalır, avukata vereceğim parayı da tasarruf etmiş olurum diye düşünmek o kadar yanlış, o kadar mantıksız ve haklarımız için o kadar tehlikelidir.
İnsanımızın dava takibinden başka hevesli olduğu bir diğer iş de “boya-badana yapmak”tır! Evet bir çok insan evinin boyanmaya ihtiyacı olduğunu hissettiğinde, fırça ve birkaç kilo boya alır ve evi boyamaya koyulur! Bu biraz da rahmetli Büyük Üstad Oğuz Aral’ın “marangozluk” hevesi gibidir; hani hep söylenegelen “Her insanın içinde bir sanatçı yatar…” deyimini temsil eder. Bu örnekler her ne kadar o işin uzmanı olunmasa da, onu yapmaya heves etmeyi hoş bile gösteren biraz da mizahi örneklerdir. Bu örneklerde işin erbabının yerine yapılmaya heves edilen işin becerilememesi halinde uğranılacak zarar bir fırça ve birkaç kilo boya olacaktır. Boyamayı beceremeyince bir boyacıya müracaat edip evin güzel bir şekilde boyatılması da mümkündür.
Oysa davayı/ihtilafı bir avukattan destek almadan yürütme hevesi sonunda maalesef büyük kayıplar ve hatta çoğu zaman hak kayıpları meydana gelmektedir. Daha da önemlisi süreç içinde bu kayıplar oluştuktan sonra genellikle iş işten geçmiş, dosya, kişinin durumunun düzeltilmesine yönelik avukatın da yapabileceği bir şey olmayan bir noktaya gelmiştir.
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de Hukuk ve Hukuk Fakültesi üniversiteye girmek isteyen gençlerin hayallerindeki birkaç popüler bölümden birisidir. “Hukuk Fakültesi”, “Hukuk Fakültesinde okumak” binlerce gencin ve ailesinin hayalidir. Bu hayali kuran gençlerden birisi de bendim. İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt kampüsünün büyük kapısı binlerce genç gibi benim de hayallerimin baş aktörüydü. Bütün üniversite hazırlık sürecim o kampüste hukuk okumak üzerine hayaller kurmakla geçti.
Bununla beraber Hukuk Fakülteleri üniversite sınavına giren insanlar tarafından en fazla tercih edilen bölüm olmalarının yarattığı yoğun talep sebebiyle kazanılması en zor olan bölümlerdendir. Ancak çok başarılı öğrenciler “Hukuk” okuma hayalini gerçeğe dönüştürebilmektedir. Ben hamd olsun bu hayalimi gerçeğe dönüştürebilmiş, hayallerimi süsleyen o büyük kapının olduğu kampüste hukuk okumuş olmanın, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olmanın gururunu, mutluluğunu yaşayan birisiyim.
Düşünüyor ve sorguluyorum: Hukuk Fakülteleri bütün dünyada popüler ve kazanılması en zor birkaç bölümden biri iken, nasıl oluyor da oradan mezun olanların mesleğinin, aslında herkesin yapabileceği bir iş olduğu düşünülebiliyor?!!!
Bu düşünce tarzında belki bazı meslektaşlarımızın bazı yanlış davranışlarının da etkisi olabilir. Fakat her meslekte hatalı davranan 3-5 kötü meslek mensubu çıkabilir. Yanlış olan, bu 3-5 hatalı kötü örneğin bütün mesleğe teşmil edilmesi, mal edilmesidir. Her meslekte olabileceği gibi avukatlıkta da yanlış davranan kötü örnekler olabilir; bunları istisna kabul edip, doğru olan çoğunluğun içinden doğru bir seçim yaparak davasını/ihtilafını ona teslim etmektir.
Acaba insanlar sırlarının ifşa olmasından endişe ediyor ve yaşadıklarını avukata anlatmak istemedikleri için mi avukata başvurmaktan kaçınıyorlar? sorusu da akla geliyor. Fakat sırlarının açığa çıkmasından endişe etmek avukata başvurmayı engelleyici bir durum olmamalı; çünkü, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ve Türkiye Barolar Birliğinin belirlediği Avukatlık Meslek Kuralları gereğince avukat meslek sırrı ile bağlıdır; avukatların kendilerine tevdi edilen veya avukatlık görevleri dolayısıyla öğrendikleri hususları açığa vurmaları yasaktır. Bu kurallardan da anlaşılacağı gibi, insanımızın sırrının ifşa olacağı endişesiyle avukata müracaat etmemesi gereksiz bir korkudur.
Peki hukuk hizmetleri, avukatlık ücretleri insanları bu hizmetten imtina edecek (kaçınmasına sebep olacak) kadar yüksek midir? Hukuk gibi, uzun yıllarca yorucu ve kapsamlı bir eğitim gerektiren, yığınsal bilgiden oluşan, bir çok farklı bilginin birbiriyle harmonik bir uyumla kullanılmak zorunda olan, sürekli bilgi tazelemesi gerektiren, uzun ve karmaşık süreçlerden oluşan, yüksek beyinsel efor gerektiren bir meslekte verilen hizmetin, elbette düşük olmaması gerekir zaten. Dünyanın her yerinde hukuk hizmetleri pahalı hizmetlerdir. Ancak rahmetli Turgut Özal’ın belirttiği gibi diğer ülkelerle kıyaslandığında ülkemizde fiyatlar daha düşük. Avukatlık ücretleri de Amerika ve katılım sürecinde olduğumuz Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla oldukça düşüktür. Ancak İktisat Bilimine göre, bir malın/hizmetin satın almasında o mala/hizmete duyulan ilgi/ihtiyaç fiyattan çok daha fazla etkendir.
Uygar dünyada hukuk hakların korunmasında temel araçtır. Avukat da karmaşık hukuki süreçleri bilen, müvekkiline haklarının korunması, haklarını elde etmesi için desten veren, çoğu zaman da elde etmesini sağlayan uzmandır.
Hak kutsaldır; ve hakkın elde edilmesi, riske sokulmaması gereken ciddi bir mücadeledir.
Uygar dünyada artık tartışılmayan bir gerçekle bitirelim: Avukatınız, en yakın dostunuz olmalı…
Av.Veysel Danış