Uluslararası suçlar hakkında bilgi

Uluslararası suçlar hakkında bilgi

Türk ceza kanunu‘nda göre insanlığa karşı suçlar, soykırım suçu, göçmen kaçakçılığı suçu, insan ticareti suçları uluslararası suçlar olarak düzenlenmiştir.

Hukuk dünyasında, uluslararası suçlar oldukça ciddi ve karmaşık bir alanı oluşturur. İnsanlığa karşı suçlar ve soykırım suçu, insan hakları ihlallerinin en ağır örneklerindendir. Bu suçların dünya çapında yargılanması ve cezalandırılması, uluslararası hukuk sisteminin temel hedeflerinden biridir. Uluslararası suçlar hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlere bir ceza avukatı olarak, bu tür davaların nasıl işlendiği ve hangi hukuki süreçlere tabi olduğu hakkında sizlere kısa ama önemli bilgiler vermek istiyorum.

Uluslararası suçlar hakkında bilgi

İnsanlığa karşı suçlar, savaş suçları, işkence ve kölelik gibi çeşitli suçları kapsar. Bu suçlar, uluslararası mahkemelerde, özellikle de Uluslararası Ceza Mahkemesi‘nde (ICC) yargılanmaktadır. Soykırım suçu ise bir halkın, etnik grubun veya dini topluluğun yok edilmesi amacıyla işlenen suçlardır. Bu suçların tespiti ve faillerinin cezalandırılması için çeşitli mekanizmalar geliştirilmiştir.

Diğer yandan, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti, günümüzde ciddi bir sorun haline gelmiştir. Bu suçlar, birçok masum insanın hayatını tehlikeye atmakta ve uluslararası düzeyde büyük bir mücadele gerektirmektedir. Göçmen kaçakçılığı, bireylerin yasa dışı yollarla bir ülkeden başka bir ülkeye taşınmasıyla ilgilidir. İnsan ticareti ise bireylerin zorla çalıştırılması, cinsel sömürüye tabi tutulması ya da köleliğe zorlanması gibi ağır suçları kapsar.

Bir ceza avukatı olarak, bu tür suçlarla ilgili davalarda adaletin yerini bulmasını sağlamak, benim en büyük amacım. Bu suçların her biri, mağdurlar için derin travmalara yol açarken, fail ve mağdur arasındaki güç dengesizliğini de gözler önüne serer.

Bolu Ceza Avukatı

Bolu Ceza Avukatı

Suç işlemek, suçun mağduru olmak tabii ki çok kötü şeyler. Ama ne yazık ki hayatın gerçekleri. Kader mahkumu kavramını hepimiz duymuşuzdur. Kader bazen insanlara öyle oyunlar oynar ki hiç ummadığı şeylerin aniden başına geldiğini görüverir insan. Kişi, kaderin oyunu, kaderin cilvesi, bir anlık hata diye tanımlanabilecek olaylar sonucunda insan kendisini bir suçun şüphelisi veya mağduru olarak bir ceza davasının içinde bulabilir.

Suç işlemek ve hapse girmek hiç bir insanın istemeyeceği bir şey şüphesiz. Özgürlük bütün canlılar için en önemli servettir. Bir kuş için kafeste olmak kadar kötü ne olabilir ki? Bir kuş kafeste olduktan sonra kafes demir olmuş, ahşap olmuş, altın olmuş, işlemeli olmuş ne fark eder ki? Kafeste olan bir kuş mutlu olabilir mi? Tabii ki hayır!

Cezaevine girmiş insanları kınamadan önce anlamaya çalışmalı insan. Acaba bu kişi ne yaşamıştır da bugün bu noktaya gelmiştir diye. Hiç kimse dünyaya suçlu olarak gelmez. Bütün insanlar dünyaya masum çocuklar olarak gelirler. Sonra büyürler ve bir şeyler olur. İşte, “Ne olmuştur?” diye düşünmek gerekir…

Bir suçun mağduru olmak ise daha da kötüdür. Bir suçun mağduru olmak insanda bütün hayatı boyunca unutamayacağı izler bırakır. Ona karşı işlenen suçun cezasız kalmamasını ister. İşte bu his, adalet hissidir. Mağdura karşı o suçu işleyen, mağdurun o acıları yaşamasına sebep olan kişinin cezalandırılması mağdurun acısını yok edemese de nispeten hafifletecektir.

Ceza davaları şüpheli ve mağdurun çıkarlarının çatıştığı davalardır. Şüpheli, özgürlüğünü kaybetmemek için ceza almamaya çalışır. Mağdur ise ona karşı işlenen ve ona zarar veren eylemi yapan kişinin cezalandırılmasını, içindeki ateşin bir nebze soğutulması için şüpheliye ceza verilmesi için uğraşır.

Ceza davalarını takip eden ceza avukatı şüphelinin müdafisi ise şüphelinin ceza almaması veya en az cezayı alması için çalışır, savunma yapar. Ceza avukatı mağdurun vekili ise şüphelinin ceza alması ve hatta en ağır cezayı alması için çalışır, savunma yapar.

Bolu‘da bir suç işlendiğine dair bir şikayet, suç ihbarı veya şüphesi oluştuğunda Bolu Cumhuriyet Savcılığı tarafından ceza soruşturması açılır. Ceza soruşturması sonunda suçun oluştuğu yönünde ciddi delillere ulaşıldığı taktirde şüpheliler aleyhine ceza davası açılacaktır.

Bolu Ceza Avukatı ve İstanbul Ceza Avukatı

Bolu Mahkemeleri (Bolu Sulh Ceza Hakimliği veya Bolu Asliye Ceza Mahkemesi veya Bolu Ağır Ceza Mahkemesi)nde görülen bir ceza davasını hangi avukatlar takip etmeye yetkilidir?

Bolu’daki Ceza Mahkemeleri‘nde açılan ceza davalarına Bolu Barosu’na kayıtlı bir ceza avukatı Bolu‘da bakmaya tabii ki yetkilidir. Fakat İstanbul Barosu‘na kayıtlı olan bir ceza avukatı İstanbul‘dan gelerek de Bolu‘daki ceza davasını takip edebilir. Türk hukukunda bu imkan mevcuttur. Dolayısıyla, şüpheli veya mağdur, davasını takip etmek için İstanbul‘da yaşayan ve İstanbul Barosu’na kayıtlı olan bir ceza avukatı ile çalışmayı da tercih edebilir.

Mağdur veya şüphelinin avukatını serbestçe seçebilmesi için Türkiye’deki avukatlar, farklı Baro çevrelerine bağlı il ve ilçelerde de dava takip edebilmek konusunda yetkili kılınmıştır. Bu yetki sayesinde şüpheli veya mağdur avukatını serbestçe seçmek ve belirlemek imkanına sahip olmaktadır.

Mağdur veya şüpheli bir kişi Bolu Sulh Ceza Hakimliği veya Bolu Asliye Ceza Mahkemesi veya Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde görülen ceza davasını takip etmesi için Bolu Barosu’na kayıtlı bir Bolu ceza avukatı ile çalışmayı tercih edebilir. Veya İstanbul Barosu’na kayıtlı bir İstanbul‘dan bir ceza avukatı ile çalışmayı tercih edebilir; kanunlar buna izin vermektedir.

Şifai sözleşme ve teslim ile arabanın mülkiyeti geçer mi

Şifai sözleşme ve teslim ile arabanın mülkiyeti geçer mi

Şifai (sözlü, yazılı olmayan) sözleşme yapılarak ve yeni alıcıya teslim edilen arabanın mülkiyeti  yeni sahibine geçmiş olur mu?

*

Yazılı (resmi) şekilde satış sözleşmesi yapılmadan, sözlü sözleşme ile teslim edilen arabanın mülkiyeti yeni sahibine geçmiş olmaz. Araba, eski (ruhsat) sahibinin mülkiyetinde kalmaya devam eder. Bunun doğal sonucu olarak ruhsat sahibinin hukuki sorumluluğu da devam eder

Bu tarz vakaların genellikle tazminat davası ve ceza davası yönü olur. Bir avukatla görüşmenizde fayda olduğu kanaatindeyiz.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

(Kapatılan) 13. Hukuk Dairesi 2009/9267 E. , 2010/694 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR
Davacı, maliki olduğu … plaka sayılı araç ile davalının aracını karşılıklı trampa ettiklerini, aracı davalıya satıp teslim ettiğini ancak davalının aracın devrini almaktan kaçındığını ve aracı 26/08/2000 tarihinde … Emlik isimli üçüncü şahsa sattığını, bu kişinin ise iki yıl sonra ölümlü trafik kazası yaptığını, resmi kayıtlarda aracın maliki olarak gözüktüğü için aleyhine kazada ölen … mirasçılarının açmış olduğu dava neticesinde icra takibine maruz kaldığından 11/02/2008 tarihli sulh protokolü uyarınca 16.000,00 TL ödemek zorunda kaldığını, bu tazminatı talep etmesine rağmen davalının ödemediğini, davalının haksız fiili neticesinde ödenen 16.000,00 TL nin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, husumet itirazında bulunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davalıya husumet yöneltilemeyeceği gerekçesiyle pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Taraflar arasında şifahi olarak araç satış sözleşmesi yapıldığı ve davacının, davalıya … plaka sayılı
2009/9267-2010/694
aracını davalıdan aldığı araca takas olarak verdiği hususlarında uyuşmazlık yoktur. HUMK’nun 76. maddesi gereğince maddi vakıaları açıklamak taraflara, hukuki tavsifi yapmak hakime aittir. Taraflar arasında yukarıda bahsedilen sözleşme mülkiyetin devri sonucunu doğurmaz ise de, davalı aracın zilyetliğini devralıp 3. şahsa sattığına göre, bu aşamadan sonra oluşan zarardan sorumludur. Mahkemece, davacının ruhsat sahibi olarak gözüktüğü aracın yapmış olduğu kaza sonucu oluşan gerçek zararın belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacının sair temyiz itirazlarının reddine,(2)nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 15.60 TL temyiz harcının istek halinde iadesine, 27.1.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedeni

Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedeni

Ceza davalarında, tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulup bozulmadığı araştırılır mı?

Ceza mahkemesi, tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedenini nasıl tespit eder?

*

Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulup bozulmadığını düşünmek abestir. Böyle bir travma yaşayan kişinin ruh sağlığının bozulmaması mümkün değildir.

Yargıtay da tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedenini araştırmaya gerek yoktur kanaatindedir. Ve sanıklar hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulanması gerektiğini belirtmektedir.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

CİNSEL SALDIRI • RUH SAĞLIĞININ BOZULMASI
Özet
ÖZET: Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedenini araştırmaya gerek yoktur. Sanık hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulanır.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU E: 2012/14-1037 K: 2013/50 T: 12/02/13
Nitelikli cinsel saldırı suçundan sanık T.A.’ın 5237 Sayılı TCK’nın 102/2, 102/3-c, 102/5, 43/1,62/1 ve 53/1. Maddeleri uyarınca yirmi yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, E 3.Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 21.02.2011 gün ve 68/13 sayılı re’sen temyize tabi bulunan hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14.Ceza Dairesince 24.11.2011 gün ve 14379-4142 sayı ile;
“Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 13.08.2008 tarih ve 4078 nolu raporunda travma sonrası stres bozukluğu tanısı konan mağdurun ruh sağlığının bozulduğunun ifade edilmesi nedeniyle, oluşa, olayın ortaya çıkma şekline ve dosya kapsamına göre bu bozulmanın atılı suç nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu ve oluşan çevre baskısı veya sair etkenler sonucu mu oluştuğunun tıbben ayrımının yapılıp yapılamayacağı, olayın özellikleri de gözetilerek ruh sağlığındaki bozulmanın eylemden kaynaklanıp kaynaklanmadığının tereddüde yer bırakmayacak şekilde tespiti amacıyla dosyanın adli tıp kurumu ilgili ihtisas kuruluna gönderilerek bu konularda yeninde rapor alınmasından sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

(E.) 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 26.03.2012 gün ve 20-63 sayı ile;

“TCK’nın 102/5.maddesi, “suç sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.” Şeklindedir.

Cinsel saldırı sonucu mağdurun bir hastalığa yakalanması ya da çocuk yapma yeteneğini yitirmesi gibi beden sağlığının bozulduğu durumlar ile ruh sağlığının kalıcı şekilde bozulduğu hallerde bu artırım uygulanacaktır. Beden veya ruh sağlığının bozulması ile cinsel saldırı arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Yerleşik Yargıtay kararlarına göre uzman hekim raporunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulduğu belirtilmiş ise mutlaka Adli Tıp Kurumu veya 2659 sayılı Kanuna göre üniversitelerce oluşturulan adli tıp heyetlerinden rapor aldırılması gerekmektedir. Mahkememizce Adli Tıp Kurumu 6.İhtisas Kurulundan rapor alınmış, 13.08.2008 tarih ve 4078 sayılı raporda “2004-2006 yılları arasında mağduru bulunduğu zorla ırza geçme olayı sonucu beden ve ruh sağlığı bozulup bozulmadığı sorulan (R.) kızı 10.05.1974 doğumlu (D.A.)’ın 09.04.2008 ve 21.07.2008 tarihlerinde kurulumuzca iki kez yapılan muayenesi ve dava dosyasının tetkiki sonucunda mağduresi bulunduğu olaydan kaynaklanmış ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede travma sonrası stres bozukluğu denilen ağır nöroz arazının tespit edildiği, buna göre 2004-2006 yıllarında mağduru bulunduğu olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu” belirtilmiştir. Gerek TCK’nın 102/5.maddesinde, gerekse maddenin gerekçesinde bozma ilamında belirtildiği gibi ruh sağlığındaki bozulmanın atılı suç nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu ve oluşan çevre baskısı veya sair etkenler sonucu mu olduğunun tespitini gerektirir bir düzenleme veya açıklama yoktur. Küçük bir köyde yaşayan mağdurun kayın biraderi olan sanık tarafından iki yıl boyunca zorla ırzına geçilmesi, bu eylemler nedeniyle bir de çocuk dünyaya getirmesi sonucunda ruh sağlığının bozulması neredeyse mutlak derecede bir sonuç olduğu gibi, yaşadığı sosyal çevre, akraba ilişkileri, olayların anlattığı yakın akrabalarından gördüğü psikolojik baskı, eğitim durumu, evinden ayrılıp ikna edilerek tekrar evine getirilmesi, başkaca kalacak yerinin bulunmayışı gibi nedenler, sanığın tehdit ve tecavüzlerine karşı mağduru başlangıçta sessiz kalmaya itmiş, çocuk dünyaya geldikten sonra çıkan dedikodular nedeniyle dayanamayarak olayı adli makamlara intikal ettirmiştir. Dolayısıyla adli tıp raporunda da tespit edildiği üzere mağdurun olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu mahkememizce kabul edilmiş, bir an için olay sonrasında çıkan dedikodulardan dolayı ruh sağlığının bozulduğu kabul edilse bile bunun aradaki illiyet bağını kaldırmayacağı, ruh sağlığındaki bozulmanın temelinin sanığın cinsel saldırı eyleminin bulunduğu” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Re’sen temyize tabi olan bu hükmün sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “bozma” istekli 29.05.2012 gün ve 107035 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulu’nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanığın cinsel saldırı suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; mağdurun ruh sağlığının suç nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu ve çevre baskısıyla mı bozulduğunun tespiti amacıyla Adli Tıptan yeni bir rapor alınmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Mağdur beyanında; on altı yıldır evli olduğunu, evlendikten bir yıl sonra eşinin felç geçirdiğini ve yatalak duruma düştüğünü, iki yıl önce köyde düğün olduğunu, kayın biraderi olan sanığın eve gelip ısrar ederek eşini düğüne götürdüğünü, bir süre sonra tekrar geldiğini ve poşet içerisinde bira şişesi bıraktığını, on dakika sonra yeniden gelip kapıyı çaldığını ve biraları almak istediğini söylediğini, kapıyı açtığı sırada sanığın kendisini arkasından tuttuğunu, kafasına vurduğunu, yatak odasına götürüp zorla kendisine tecavüz ettiğini, karşı koymaya çalıştığını, ancak gücünün yetmediğini, aralarında bir itiş, kakış olmasına ve direnmesine rağmen evin avlu içinde olması sebebiyle kimsenin duymadığını, sanığın kendisine ölümle tehdit edip olayı kimseye anlatmamasını istediğini, korktuğu için olayı hiç kimseye söylemediğini, sanığın bir yıl içerisinde değişik aralıklarla ondört onbeş kez kendisine zorla tecavüz ettiğini, bu sırada eşi ile de ilişkiye girdiğini, hamile kaldığını, sonrasında bir kızı olduğunu, kızının sanığa benzediğini, çevrede dedikodu çıkmaya başladığını, vicdan azabı çektiği için eşinden ayrılmaya karar verdiğini belirttiği,

Bozma ilamından sonra ise şikayetinden vazgeçerek eşinin yanına döndüğü, vekilinin de, mağdurenin olaydan sonra bulunduğu yerden ayrılarak sosyal çevresini değiştirmesi nedeniyle ruh sağlığındaki bozulmanın çevre etkisiyle olup olmadığı yönünde rapor alınmasına gerek olmadığı ve alınacak raporun sonuca etkisinin bulunmadığını beyan ettiği,

Evliliklerinin başlangıcında herhangi bir sağlık sorunu bulunmayan mağdurenin eşinin, su tarihinden önce felç olduğu ve yürüyemediği,

Sanığın suçlamaları kabul etmediği ve mağdurenin ağabeyinden boşanmak için bu olayları uydurduğunu savunduğu, müdafiinin ise, temyiz dilekçesi ve bozma ilamından sonraki beyanında sanığın mağdure ile rızası dahilinde cinsel ilişkiye girdiğini belirttiği,

Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesi’nin 01.11.2007 gün ve 1251 sayılı raporuna göre; “DNA analizleri ile belirlenen lokus allelleri itibarı ile (D.A.) ve (E.A.) ‘a ait kan numunelerinden tespit edilen DNA profillerinin, (A.A.) ve (T.A.) ‘a ait kan numunelerinden tespit edilen DNA profilleri ile karşılaştırılması sonucunda; (A.A.)’dan (E.A.)’a babalık yönünden allel geçişlerinin mevcut olmadığı, dolayısıyla (A.A.)’ın (E.A.)’ın babası olamayacağı, (T.A.)’dan ise (E.A.) a babalık yönünden allel geçişlerinin mevcut olduğu, bu bulgulara göre (T.A.)’ın %99.99 ihtimalle (E.A.)’ın babası olabileceği” (A.N.) Hastanesinin 03.01.2008 gün ve 27342 sayılı raporuna göre; “Tekrarlayıcı şekilde rızası dışında akrabası olan bir erkek tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalan adı geçenin bu süre boyunca ve sonrasında ağlamalar, uyku bozukluğu, isteksizlik, olayı rüyada görme şikayetleri olmuş, bu şikayetlerle doktora başvurusu bulunmamış, yapılan muayenede bilinç açık, koopre onyante, algı bellek kusuru yok, düşünce içeriğinde olayla ilgili tekrarlayıcı düşünceler, depresif düşünce içeriği mevcut, duygularının depresif, affekti ağlamaklı olduğu, travma sonrası stres bozukluğu depresyon hastalıklarına ait belirtiler taşıyor olduğu ve suça konu olay sonrasında ruh sağlığı bozulduğu”, Adli Tıp Kurumu 5. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 05.05.2008 gün ve 4078 sayılı raporunda; “2004-2006 yıllarında mağduru bulunduğu zorla ırza geçme olayı sonucu beden ve ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede “travma sonrası stres bozukluğu” denilen ağır nöroz arazının tespit edildiği, buna göre olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu,” Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 11.10.2010 gün ve 2674 sayılı raporunda; “Mağduru bulunduğu zorla ırza geçme olayı sonucunda saptanan depresif elementlerle müterafik travma sonrası stres bozukluğunun 765 Sayılı TCK’nın 418/2.maddesinde “mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası” niteliğinde olup olmadığı sorulan mağdurun 09.04.2008 ve 21.07.2008 tarihinde kurulumuza yapılan muayenesi ve dava dosyasının tetkiki sonucunda; şahısta saptanan depresif elementlerle müterafik travma sonrası stres bozukluğunun 765 Sayılı TCK’nın 418/1.maddesindeki “mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası niteliğinde olduğu” şeklindeki açıklamalara yer verildiği, Anlaşılmaktadır.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102.maddesinde;

“1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikayeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikayetine bağlıdır.

3) Suçun;

a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

b) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

c) Üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı,

d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,

İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.

4) Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezalandırılır.

5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.

6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” Şeklindeki düzenleme yer almaktadır.

Maddenin beşinci fıkrasında cinsel saldırı suçunun fiile bağlı neticesi sebebiyle ağırlaşmış halleri düzenlenmiş, fıkranın gerekçesinde; “cinsel saldırı suçunun işlenmesi suretiyle mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulmasına neden olunması, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir.” Denilmiştir.

İlgili fıkranın uygulanabilmesi için cinsel istismar ya da saldırı sonucuna bağlı olarak mağdurenin beden veya ruh sağlığında bozulma meydana gelmeli ve sanığın eylemi ile ortaya çıkan sonuç arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Mağdurenin ruh veya beden sağlığının bozulup bozulmadığı hususunda mutlaka adli rapor alınması gerekmekle birlikte, ruh sağlığındaki bozulmanın cinsel saldırı nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu, oluşan çevre baskısı ya da sair etkenler sonucu mu meydana geldiğinin tespiti noktasında rapor alınması gerektiğine yönelik olarak madde metni ve gerekçesinde bir düzenleme veya açıklama bulunmamaktadır. Ayrıca mağdurenin yaşadığı sosyal çevrede oluşan dedikodu ve baskının olayın etkisi ile ortaya çıkmış olması halinde, sanığın cinsel saldırı fiili ile mağdurenin ruh sağlığının bozulması arasındaki illiyet bağının kesilmeyeceğinin de kabulü gerekir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Köyde yaşayan, dayısının oğlu ile evli ve bu evliliğinden iki çocuğu bulunan mağdurenin, bir yıl boyunca kayın biraderi olan sanığın cinsel saldırısına maruz kaldığı, bu fiiller sonucunda bir çocuk dünyaya getirdiği ve bu süreç içinde ruh sağlığının bozulduğu hususlarının, hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde tespit edilmesi karşısında, somut olayda cinsel saldırı eylemi ile mağdurun ruh sağlığının bozulması arasındaki illiyet bağını ortadan kaldıran herhangi bir neden bulunmadığından mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmanın olay nedeniyle mi, yoksa olaydan sonra karşılaştığı çevre baskısı veya oluşan dedikodulardan mı kaynaklandığı yönünde rapor alınmasına gerek yoktur.

Aksinin kabulü, olay nedeniyle beş kez raporu alınan mağdurenin sonuca etkili olmayacak şekilde yeniden adli raporunun alınmasını gerektirecektir ki, bu durum mağdurenin yeni bir travmaya maruz kalmasına ve unutmaya çalıştığı olayları iç dünyasında yeniden yaşamasına neden olacak ve ceza muhakemesinin maddi gerçeğe ulaşma amacına hiçbir faydası bulunmayacağı gibi mağdure açısından bir haksızlık da oluşturacaktır.

Bu itibarla, usul ve kanuna uygun olan yerel mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan sekiz Genel Kurul Üyesi; hükmün bozulması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanılmıştır.

SONUÇ

Açıklanan nedenlerle;

1- (E.) 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.03.2012 gün ve 20-63 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.01.2013 tarihli müzakerede yeterli yasal çoğunluk sağlanamadığından 12.02.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

2013/4 2013/4

Hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla ateş etme

Hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla ateş etme

Her olay kendi içinde özel durumlar arzeder. Hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla ateş etme halinde işlenen suç, “kasten yaralama” veya “kasten öldürmeye teşebbüs” olarak değerlendirilebilir.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

CEZA HUKUKU • İŞÇİLERİN ÜSTÜNE ATEŞ AÇILMASI • HEDEF GÖZETMEMEKSİZİN YARALAMA SUÇU • TAHRİK
Özet
Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Kanunun 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde ve seçenek yaptırımların uygulanıp uygulanmayacağı tartışıl-mamasında hukuka uyarlık bulunmadığından karar bozmayı geciktirmiştir.
YARGITAY 1. CEZA DAIRESI E: 0000/0 K: 0000/0 T:
Nuri , Ahmet ile Faysal’ı ayrı ayrı kasten öldürmeye tam derecede teşebbüsten ve izinsiz silah taşımaktan sanık Şenol’un yapılan yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne ilişkin (EYÜP) Birinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 31.05.2006 gün ve 511/298 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava dosyası C. Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle: incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
TÜRK MİLLETİ ADINA

1- Sanığın hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla işçilerinin üzerine tabanca ile ateş ettiği, ancak bozma gerekçesinde de açıklandığı üzere mağdur Nuri’nin yaralanması üzerine sanığın elinden tabancayı almak istemesi üzerine ikinci kez karın bölgesinden Nuri’yi yaraladığı, bu mağdura karşı suç kastı değişmekle birlikte, diğer mağdurlar Ahmet ve Faysal’a yönelen eylemlerinde suç kastı değişmediğinden, tebliğnamedeki mağdurlar Faysal ve Ahmet’e yönelen eylemlerinin de öldürmeye kalkışma suçunu oluşturduğuna ilişkin düşünce benimsenmemiştir.

2- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübu-tu kabul oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde mağdurlar Ahmet ve Faysal’ı yaralama ve 6136 Sayılı Yasaya muhalefet suçlarının niteliği tayin, cezayı azaltıcı takdiri tahfif sebebinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma sebepleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin yasal savunma şartları oluştuğuna, silahın kazaen patladığına TCK’nın 459. maddesinin uygulanması gerektiğine, tahrik bulunduğuna, berat etmesi gerektiğine ilişkin ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,

Ancak,

A) Sanığın işyerinde çalışan mağdurların ücretlerin ödenmemesi nedeniyle olay günü diğer işçilerle birlikte çalışmayacaklarını bildirmeleri üzerine, sanık ile bir süre görüştükleri, bilahare sanığın tabancasıyla mağdurların üzerine ateş etmeye başladığı, üç mağdurun da bu atışlarla yaralandığı, mağdur Nuri’nin yaralı halde sanığın elinden tabancayı almaya çalıştığı bu sırada ikinci kez sanık tarafından karın boşluğundan yaralandığı olayda, sanığın öldürmeye elverişli tabanca ile yaralı halde kendisine engel olmak isteyen mağdur Nuri’yi yakın mesafeden ikinci kez karın boşluğuna ateş ederek yaralaması nedeniyle hedef alman bölge ve meydana gelen zarara göre bu mağdura yönelen eyleminin öldürmeye kalkışma suçunu oluşturduğu düşünülmeden, yaralama olarak kabulüyle suçların vasfında hataya düşülmesi,

B) Mağdur Ahmet’i yaralama, mağdur Faysal’ı yaralama ve 6136 Sayılı Yasaya muhalefet suçlarından kurulan hükümlerde;

a) Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

b) 6136 Sayılı Kanuna muhalefet suçunda, 5237 sayılı TCK’da düzenlenen seçenek yaptırımların uygulanıp uygulanmayacağının karar yerinde tartışılmaması,

C) Kabul ve uygulamaya göre de;

Mağdur Ahmet ve mağdur Faysal’ı yaralama suçlarından kurulan hükümlerde;

Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Yasaya aykırı olup, sanık müdafıinin temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde görüldüğünden, hükümlerin BOZULMASINA, CMUK’un 326/son maddesi uyarınca mağdur Nuri’ye karşı eyleminde verilen hükümde ceza süresi yönünden kazanılmış hakkının korunmasına, sanığın mağdur Ahmet’e karşı eyleminin öldürmeye kalkışma suçunu oluşturduğuna ilişkin olarak sayın Üye Şerafettin İste’nin karşı görüşü ve bu suç yönünden oyçokluğu ile diğer yönlerden oybirliği ile 26.0.2008 gününde karar verildi.

KARŞI GÖRÜŞ

Sanık Şenol’un ücretlerini alamadıklarından dolayı işi bırakıp, haklarını isteyen işçilere kızdığı, bağırıp çağırdığı, topluluğun önünde bulunanlara tabanca ile atış ederken kendisine yakm mesafede bulunanlardan mağdur Ahmet’in hayati bölgelerini hedef alarak üç defa ateş ettiği, onu sol klavikula distalde kurşun giriş deliği, sol gluteal bölgede kurşun deliği, saat (6) hizasında anal kanal bitişiğinde kurşun deliği, ayrıca sağ sıkratumda ve penis ventral yüzde kurşuna bağlı travma, sağ sıkratumda ekimoz olacak şekilde yaraladığı, sonuçta mağdur Ahmet’in hayati tehlike oluşmadan (15) gün iş ve güce engel olacak şekilde yaralandığı anlaşılmıştır.

Merminin tesadüfen yumuşak dokulardan seyretmesi nedeniyle, hayati tehlike oluşmaması, sanığın kastının yaralama olduğunun göstergesi olamaz, sanık yakın mesafeden, elverişli aletle (tabanca) ile üç el ateş etmiş olmasına göre kastı öldürmeye teşebbüstür. Sanığın kastı yaralama olsa idi mesafe yakın olduğuna göre, ayaklarına ateş edebilirdi. Nitekim diğer mağdur Nuri’nin de durumu aynıdır. Sayın çoğunluk sanığın Nuri’ye olan eylemini adam öldürmeye teşebbüs olarak nitelemiştir.

Açıkladığım nedenlerle, sanığın mağdur Ahmet’e olan eylemini yaralama olarak kabul eden mahkeme kararının CMUK’un 326/son maddesinin göz önüne alınması ihtarı ile bozulması gerektiği görüşü mağdur Ahmet’e yapılan eylemle ilgili olarak sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum.

Ş. İ. Üye

Kocam ameliyat edildi ve aynı gün öldü

Kocam ameliyat edildi ve aynı gün öldü

Kocam sol tarafında ağrı olduğu için özel hastaneye muayene olmak için gitti. Doktor onu muayene ettikten sonra böbrek taşları olduğunu ve onu ameliyat olması gerektiğini söyledi. Kocam da madem ameliyat olmam gerekiyor ameliyat olayım dedi.

Kocam ameliyat edildi ve aynı gün öldü

Doktor ertesi gün kocamı ameliyat etti. Ama ameliyattan bir kaç saat sonra kocam öldü 🙁

Ben kocamın hatalı ameliyat yüzünden öldüğünü düşünüyorum. Kocamın sadece ağrısı vardı. Doktor hiç tedavi etmeden direk onu ameliyat dedi. Acil ameliyat olmak için hastanın acil durumda olması, ağır hasta olması gerekir diye biliyorum. Ama tabii doktor bizden daha iyi bilir diye düşündük ve kocam da ameliyat olayım dedi. Ama ameliyat olduğu gün kocam vefat etti.

Ben bu doktorun cezalandırılmasını istiyorum. Doktordan şikayetçi olmak istiyorum. Ne yapmamı önerirsiniz?

*

Kocanızın doktora güvenmesi, doktorun kendisinden daha bilgili ve konunun uzmanı olduğunu düşünmesinde bir gariplik yok. Bir kişi doktoruna, avukatına, muhasebecisine güvenmeyip kime güvenecek? Bir insanın beraber çalıştığı kişilere hele hele yardım ve istediği kişilere güvenmesinden daha doğal ne olabilir ki.

Doktorun ameliyata alma kararının doğru mu, yanlış mı olduğunu şu anda bilmiyoruz. Doktorun ameliyat işlemlerinde bir hata yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Bu sebeple peşin hükümlü davranıp doktorun hatalı olduğuna karar verip doktoru suçlamak da doğru olmayacaktır. Öncelikle doktorun bir hatası veya kusuru veya ihmali olup olmadığının araştırılıp ortaya çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz; ki bu da ceza yargılaması ile olacaktır.

İlgili kişiler hakkında ceza davası açılması için şikayetçi olabilirsiniz.

Adli Tıp incelemesi ve diğer araştırmalar neticesinde kocanızın vefat sebebi ortaya çıkarılıp hatası, kusuru veya ihmali var ise sorumluların cezalandırılmaları gerekir.

Tüm süreç oldukça karmaşık işlemler gerektiren üzücü ve yorucu olacaktır. Bir ceza avukatı ile görüşüp destek almanızı öneriyorum.

Öte yandan ceza yargılamasında mağdur olduğunuz yönünde karar çıkarsa tazminat davası da açabileceğinizi bilmenizde fayda görüyoruz.

*

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

12. Ceza Dairesi 2020/4122 E. , 2022/3202 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : TCK’nın 85/1, 62, 50/4-1a, 52/2-4. maddeleri gereğince mahkumiyet
Tebliğnamede düşünce : Onama

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Ölen M. S.’ın, 14.10.2014 tarihinde, sanık Dr….’in üroloji uzmanı olarak görev yaptığı İskenderun Özel P. Hastanesine giderek sol yan ağrısı şikayeti ile başvurduğu, sanık doktor tarafından yapılan muayenesinde böbrek taşlarının alınması için ameliyat yapılacağının belirtildiği, 15.10.2014 tarihinde ameliyat edildiği, Burada tedavisi devam ederken aynı gün içinde öldüğü olayda; şahsın ölümünde ameliyat ve ameliyat sonrası kontrol ve tedavisini yapan sağlık görevlilerinin kusuru bulunup bulunmadığı açısından Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 3966 Karar sayılı 30/09/2015 tarihli rapora göre; adli dosyada kayıtlı bilgiler, tıbbi belgeler ile otopsisinde tespit edilen makroskopik ve histopatolojik bulgular birlikte değerlendirildiğinde kendisinde üriner enfeksiyon bulunan kişinin ölümünün endoskopik üreter taşı ameliyatı ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu,
Özel P. Hastanesine 14/10/2014 tarihinde sol yan ağrısı şikayetiyle başvuran kişinin üroloji uzmanı Dr. … tarafından yapılan gerekli muayenesinin yapıldığı, daha öncesinde yapılmış laboratuar tetkikleri ve grafiler de görülerek endoskopik böbrek ve üreter taşı ameliyatı kararının verildiği, bununla birlikte 13/10/2014 numune alım tarihli Hatay İskenderun Devlet hastanesinin Hemogram tetkiklerinde: WBC 16,56 olarak tespit edildiği, idrar tetkiklerinde; Nitrit:++, Lökosit esteraz:++++, görünüm: bulanık, lökosit: 124 2/HPF, Lökosit Kümesi: 1, Bakteri: bol olarak tespit edildiği ve otopsisinde yapılan histopatolojik incelemede böbrekte akut pyelonefrit tespit edildiği dikkate alındığında kişide mevcut üriner enfeksiyonun medikal tedavi ile kontrol altına alınmadan ameliyat kararının verilmesinin uygun olmadığı cihetle gerekli uygun tıbbi koşullar sağlanmadan kişinin ameliyat edilmiş olması nedeniyle üroloji uzmanı Dr. …’in kusurlu olduğunun oybirliği ile mütalaa edildiği olayda;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin kusura ilişkin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 21.04.2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Senet metninde değişiklik yapılması

Senet metninde değişiklik yapılması

Senet metninde değişiklik yapılmasına rağmen senet geçerli olmaya devam eder mi?

*

Senet metninde yapılan değişikliğin geçerli olması için keşideci tarafından paraf edilmesi gerekir.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ E: 2001/20886 K: 2001/21853 T: 25/12/01
Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararlarının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
Takip dayanağı çeklerde “emrine” kelimesi çizilerek “namına” yazılmıştır. Ancak bu şekilde değiştirme keşideci tarafından paraf edimediğin-den bağlayıcı değildir. Bu nedenle takip yapan geçerli cirolarla senedi ekinde bulundurduğundan yetkili hamildir. İtirazın reddine karar verilmek gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ: Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararırım yukarıda açıklanan nedenle İİK.366 ve HUMK.428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 25.12.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Karımla Zorla Seviştim Şikayetçi Oldu

Karımla Zorla Seviştim Şikayetçi Oldu

Arkadaşlarla buluşup yiyip içip eğlendiğimiz bir gece geç saatte eve geldim. Saat oldukça geç olduğu için çocuklar ve eşim yatmıştı. Ben de yatmak için yatak odasında geçtim. Karımı yatakça yarı çıplak görünce şehvetlendim. Onu uyandırdım, birlikte olmak istediğimi söyledim. Uykusu olduğunu, uyumak istediğini söyledi. Gecenin bu saatinde kiminle idiysen git onları yap dedi.

Karımla zorla seviştim şikayetçi oldu

Ben de zaten alkollüydüm. Sinirlendim. Altını üstünü zorla çıkardım, eşim altımda çırpınırken onunla zorla birlikte oldum.

Eşim hıçkırıklarla ağlıyordu. İşim bittiğinde pişman oldum. Ama olan olmuştu bir kere. Eşim ertesi gün çocukları da alıp evi terk etti. Ona zorla tecavüz ettiğimi söyleyip benden şikayetçi olmuş. Polisler benim ifademi aldı. Hapis cezası alabileceği söylediler. Karımı üzüp incittiğime mi yanayım, hapis cezası alacağıma mı yanayım bilemiyorum. Ne yapmamı önerirsiniz?

*

Size iyi haberler vermek isterdim ama ne yazık ki durumunuz pek parlak görünüyor.

Eşiniz istemediği halde zorla onunla cinsel birleşmede bulunmanız Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesine göre suç oluşturmuş. Eşiniz de şikayetçi olmuş.

Üzülerek ifade etmem gerekiyor ki oniki yıla kadar hapis cezası alma tehlikesi ile karşı karşıyasınız. İyi bir savunmaya ihtiyacınız var. Bir ceza avukatı ile görüşüp vekalet vermenizi ve sizi savunmasını sağlamanızı tavsiye ediyorum.

*

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

14. Ceza Dairesi 2014/2965 E. , 2014/3332 K.

“İçtihat Metni”

Sanık … hakkında nitelikli cinsel saldırı suçundan yapılan yargılama sonunda; atılı suçtan beraatine dair Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 22.02.2010 gün ve 2009/254 Esas, 2010/49 Karar sayılı hükmün katılan tarafından temyizi üzerine, Dairemizin 09.12.2013 gün ve 2012/1568 Esas, 2013/12883 Karar sayılı ilamı ile bozma yönündeki kararına karşı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22.02.2014 gün ve 5-2010/250882 sayılı itiraznamesi ile 5271 sayılı CMK.nın 308. maddesinin 2 ve 3. fıkraları gereğince itiraz etmesi üzerine dosya Daireye gönderilmekle incelendi;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı yerinde görüldüğünden İTİRAZIN KABULÜNE, Dairemizin 09.12.2013 gün ve 2012/1568 Esas, 2013/12883 sayılı bozma kararının 6352 sayılı Kanunun 99. maddesiyle 5271 sayılı CMK.nın 308. maddesine eklenen 2 ve 3. fıkraları uyarınca KALDIRILMASINA, karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
Delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle verilen beraat hükmü usul ve kanuna uygun olduğundan, katılanın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, Dairemizce verilen 09.12.2013 gün ve 2012/1568 Esas, 2013/12883 Karar sayılı ilamdaki diğer sanık … hakkında hakaret ve sanık Özcan Acar hakkında kasten yaralama suçlarından onama hükümlerinin aynen muhafazasına, 17.03.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Sanığın eşi olan mağdureye yönelik anal yoldan farklı zamanlarda ve zorla birden fazla cinsel ilişkiye girme suçundan açılan kamu davasında mahkûmiyete
yeter delil bulunmadığından beraat kararı verilmiştir. Dosyada çözümlenmesi gereken sorun suçun sübutuna yöneliktir.
Dairemiz sübut değerlendirmesinde:
1- Mağdurun aşamalarda özde çelişki oluşturmayan beyanlarını,
2-Mağdurun faile iftira atmasını gerektirir bir husumetinin bulunmamasını,
3- Olayı doğrulayan tıbbi bulguları,
4-Tanık beyanları ile varsa diğer yan delilleri aramaktadır.
Olayın görgü tanığı bulunmamaktadır. Mağdure ile kayınvalidesi arasında sorun yaşandığı sabittir. Ancak mağdure ile sanık arasında iftira atmayı gerektirecek herhangi bir husumetin varlığı dosyaya yansımamıştır.
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Adlı Tıp Anabilim Dalında görevli iki öğretim görevlisinin düzenlediği 27.03.2009 tarihli raporda hastanın anal muayene sırasında çok ağrılı ve ajite olduğu, anal tonus muayenesinin ağrılı ve tonusun azalmış olduğunun saptandığı, bu bulguların akut livata lehine olmakla birlikte kesin sonucun adli tahkikat ile belirlenmesinin uygun olacağı belirtilmiştir.
Mağdure 26.03 2009 tarihli dilekçesinde evlendiği gün rahatsız olması nedeniyle eşinin arkadan cinsel ilişkiye girdiğini, bu acıyı 4 gün çektiğini, günlerce oturamadığını, günü bittiğinde normal yoldan ilişkiye girdiğini, daha sonraları da aynı şeyi yaptığını, dayanamadığını;
Aynı tarihli savcılık beyanında evlendikleri ilk günden beri sanığın kendisi ile normal ve anal yoldan ilişkiye girdiğini, rızası olmamasına rağmen anal yoldan kendisi ile müteaddit defalar cinsel ilişki kurduğunu, anal yoldan en son ilişkinin 22.03.2009 günü olduğunu;
27.03.2009 tarihli rapordaki öyküsünde 22.03.2009 tarihinde istemediği halde eşinin ters ilişkiye zorladığını, evlendiğinden beri 4-5 defa ters ilişkilerinin olduğunu,
04.11.2009 tarihli mahkeme beyanında evlendikleri gün aybaşı olduğundan dolayı ilişkiye girmek istemediğini, sanığın normal yoldan ve arkadan zorla ilişkiye girdiğini, sonraki günlerde normal ilişkilere rıza gösterdiğini, ancak anal yoldan ilişkilere karşı çıktığını, sanığın zorla yaptığını, buna dayanamadığını;
08.02.2010 tarihli oturumda ise ilk gün aybaşı olmasına rağmen kendisini ispatlamak için normal yoldan ilişkiye girmek istediğini ve bu şekilde ilişkiye girdiklerini, arkadan ilişki olmadığını, devam eden günlerde normal ve anal ilişkinin birkaç defa olduğunu, anal ilişkinin isteği dışında olduğunu ifade etmiştir.
Sanık savunmasında evlendikleri gece adetli olması nedeniyle mağdurenin isteği ve ısrarı doğrultusunda anal yoldan cinsel ilişkiye girdiklerini, başkaca anal ilişkinin olmadığını söylemiştir.
Mahkeme gerekçesinde sanığın savunmasını üstün tutarak evlendikleri ilk gece aybaşı olması nedeniyle mağdurenin zorlaması sonucu sanığın anal yoldan ilişkiye girdiğini kabul etmiş, bu nedenle delil yetersizliğinden sanığın beraatine karar vermiştir. Gerekçede mağdurenin beyanlarına neden itibar edilmediği, sanık savunmasının neden üstün tutulduğu tartışılmamıştır.
İlk gece mağdurenin adetli olduğu sabittir. Mağdurenin 08.02.2010 tarihli mahkeme beyanı ile diğer beyanları arasında ilk gece anal ilişkinin olup olmadığı konusunda çelişki bulunmaktadır. Ancak sanık iddianamede sadece ilk geceki anal ilişkiden dolayı suçlanmamakta, sonraki dönemlerde de rıza dışı anal ilişki ile itham edilmektedir. Mağdurenin ilk gece dışında diğer zamanlarda gerçekleşen anal ilişkiye yönelik anlatımları tutarlıdır. Özellikle 22.03.2009 tarihindeki anal ilişki anlatımı 27.03.2009 tarihli rapordaki bulgularla doğrulanmaktadır.
Zira Adli Tıp raporunda eylemin rıza veya tehdit ile zora dayalı olarak mukavemetin kırılması ile veya kaydırıcı kullanılması gibi durumlarda anal bölgede iz ve emare olmayabileceği belirtilmektedir. Buna rağmen mağdurede tespit edilen akut fiilli livata emareleri beyanlarının samimi ve doğru olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak kocası olan sanığa iftira etmesi için bir nedeni bulunmayan mağdurenin rızası dışında farklı zamanlarda sanık tarafından birden fazla anal yoldan tecavüze uğradığına dair tıbbi raporla desteklenen anlatımlarına itibar edilmeli ve sanığın atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmelidir. Bu nedenle beraat kararının onanması yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

"Veysel Danış'a Danış'ırsam bilirim"
diyorsanız Tıklayın